İslamda kadın hakları- islamda çocuk hakları Mustafa NUTKU
Peygamberimiz, haccın Müslümanlara farz kılınmasından sonra, Hicretin 10.yılı Miladî 632 Mart ayında 120 bin Müslümanla birlikte yaptığı hacda, "Veda Hutbesi"ni irad etmiştir.
Bu hutbenin irad edildiği sırada kaydedilmeyip, daha sonra değişik rivayetlerle gelmiş olması sebebiyle, bazı kelime farklılıkları olsa da, aralarında manâ bakımından fark yoktur.
Resul-i Kibriyâ Efendimiz, Zilkade ayında hacc için hazırlandı, Medine'deki Müslümanlara da haccetmek üzere hazırlanmalarını emir buyurdu. Zilkade ayının çıkmasına beş gün kala yüzbinden fazla Müslümanla Medine'den çıktı, Resulullah ve yüzbinden fazla sahabi, sevinç ve heyecanla "Lebbeyk Allahümme lebbeyk! Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk! İnnelhamde venni'mete leke velmülk. Lâ şerike lek." "telbiye"sini tekrarlayarak Medine'den Mekke'ye yolculukla, Zilhicce ayının dördü, Pazar günü sabahı Mekkeye vardılar.
Ziyaret tavafı, Saf ve Merve arasında Sa'y yapan, Pazar, Pazartesi, Salı, ve Çarşamba günleri Mekkede kalan Peygamberimiz ve sahabiler, Perşembe günü Mina'ya gittiler. Peygamberimiz öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını cemaatle eda edip, geceyi orada geçirdi.
Zilhicce'nin dokuzuncu günü sabah namazını cemaatle eda ettikten sonra, Ashab-i Kiram'la birlikte telbiye ve tekbirlerle Arafat'a doğru hareket etti.
Her yıl hacılar da, Peygamberimiz'in (s,a,s.) hacc ile ilgili sünneti olarak bunları yapmağa çalışırlar.
Haccın farzının yerine getirildiği Arafat'ta Peygamberimiz'in veda haccı esnasında 120 bin asr-ı saadet Müslümanına irad buyurduğu hutbe, "Veda Hutbesi" adıyla meşhur olmuş; kıyamete kadar bütün Müslümanlara ve insanlık âlemine de eskimeyecek ve değişmeyecek ölçüler vermişti. Bu hutbe üzerinde İslâm âleminde şimdiye kadar çok durulmuş; Müslümanların belki çoğu, onu okumuş veya okunduğu meclislerde bulunmuştur. Birçoklarının da evlerinde ve işyerlerinde halen levha halinde duvarda asılı veya daima göz önündedir.
Bu çok vecîz hutbede, çeşitli mevzuların yanında, Peygamberimiz (s.a.s.), evli erkeklerin ve kadınların birbirlerine karşı vazifelerinden çok kısa olarak şöyle bahsetmektedir:
"Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır.
Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir.
Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz.
Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir."
Dinî kitaplarımızda bahsedilen, evli erkeklerin hanımları üzerindeki diğer hakları yerine "Veda Hutbesi"inde yalnız bu hakkından bahsedilmesi, acaba niçindir? Bu hak, o hutbenin irad edilmesinden 14 asır sonra, günümüzdeki Müslümanlar tarafından acaba nasıl anlaşılmakta ve Müslümanların evliliklerinde onun manâsına uygun olarak nasıl yaşanmağa çalışılmaktadır? Günümüzde, Veda Hutbesi'nin diğer cümleleri gibi, bu cümlesi üzerinde de geniş ve gerçekçi bir tahlil yapılmasına ihtiyaç yok mudur?
Merhum Prof.Dr.İbrahim CANAN bu konuda ne demişti?
14 Ekim 2009 da İstanbul'da elîm bir trafik kazasında vefat eden merhum hadis profesörü İbrahim CANAN ile çok uzun bir süreden beri iyi tanışıyor ve muhtelif vesileler ile görüşüyorduk. Kendisi, uzun bir geçmişe dayalı olarak, hem baba dostum ve hem de benim şahsî dostumdu. Son olarak, geçtiğimiz Ramazan ayında da, İstanbul'da birkaç iftarda birlikte olmuş ve ayni sofrada olduğumuz bir iftarda sohbet etmiştik.
Prof.Dr.İbrahim CANAN çok değerli bir hadis profesörüydü ve aile konusuyla da çok ilgileniyordu. Fransızca'yı da iyi bildiği ve hadis doktorasını Paris'te Sorbonne Üniversitesinde yaptığı için, Avrupa'yı da iyi tanır ve Batıda ailelerin parçalanmasının birinci sebebinin "feminizm" olduğunu sık sık söylerdi.
Kendisini tekrar rahmetle anmaya da vesile olması için, onun bu konunun uzmanı ve yorumunda söz sahibi kişisi olarak, konuyla ilgili bir hatırasına burada yer vermek istiyorum:
*
Birkaç yıl önce, İstanbul Mecidiyeköy'de kendisiyle birlikte başka konuşmacıların da katıldığı "aile" konusuyla ilgili bir paneli ben de takip etmiş ve Prof.Dr.İbrahim CANAN'a o panelin çıkışında, Peygamberimiz'in (s.a.s.) veda hutbesiyle ilgili iki konuyu sormuştum.
İlk sorum; veda hutbesi olarak takdim edilen metinlerin genel olarak muhtevası ayni olmakla beraber, cümlelerinin niçin tamamen ayni olmadığı idi.
Bunu kendisi, o zaman "Veda Hutbesi"ni dinlemiş olan yüzbinden fazla Müslüman'ın hutbe okunurken kaydetmek yerine sonradan hatırlarında kalanları naklederken, dinlediklerini tamamen birbirinin ayni cümlelerle ifade etmemiş olmalarıyla açıklamıştı.
O günkü birlikteliğimizde, Prof.Dr.İbrahim CANAN'a, konuşmacı olarak katıldığı panelle de ilgisi sebebiyle sorduğum ikinci sorum ise; "Veda Hutbesi"nde yer alan, evli bir erkeğin zevcesi üzerindeki hakkına ait cümleyle ilgili idi.
Evli bir erkeğin zevcesi üzerindeki hakkından bahseden kitaplarda, bu hakların; hürmet, itaat, cinsî ihtiyaçların karşılanması, aile içinde erkeğe destek ve yardımcı olmak, müşterek çocuklarının bakımı, vd olduğundan bahsedilirken, Peygamberimiz'in (s.a.s.) "Veda Hutbesi"nde bunlardan hiç bahsetmeyip; bunlardan farklı olarak söylediği o tek cümlenin sebebi ve hikmeti acaba neydi?
Bunun, evli bir erkeğin eşi kadın üzerindeki en mühim hakkı olması sebebiyle, bu hakkına öncelik verilerek vurgu yapılması hikmetinden mi kaynaklanabileceği şeklindeki soruma Prof.Dr.İbrahim CANAN, bahsettiğim bu ihtimali tasdik edici şekilde cevap verdi.
Bu defa ben, sorumu biraz daha genişleterek, kendisinin hadis ilmiyle bu konuya biraz daha açıklık getirmesini sağlamağa çalıştım:
"-Günümüzde sık sık dikkat çekilen en mühim sosyal problem, aile geçimsizliklerinin had safhaya varıp boşanmalarla, ailelerin parçalanması olmaktadır. Cemiyetin temeli olan aile yapısını koruyabilmek için, erkek mutlaka gerekli görmesi halinde; kadının annesi, kızkardeşleri, teyzesi vs gibi en yakınları da dahil olmak üzere, evine girmekten herkesi yasaklayabilir mi?"
Prof.Dr.İbrahim CANAN, bu soruma da hiç tereddüt etmeden:
"-Evet.." cevabını verdi. Ve arkasından da ilave etti:
"-Veda Hutbesi'ndeki Peygamberimiz'in (s.a.s.) bu sözü umumîdir; kadının yakın akrabalarının bundan hariç tutulabileceğinden bahsetmediği için, onlar da erkek tarafından aile yapısının düzeni ve devamı için zarurî bir tedbir olarak görülürse, erkeğin evine girmekle ilgili yasaklamasına dahil edilebilir."
Tabii ki, erkeğin bu yasağının kadının en yakın aile fertleri de dahil, herkes için "hiç görüşmemek" yasağı manasında değil; onların "evine gelmelerini yasaklamak" olduğu, hem ilmihal bilgilerinden ve hem de gene Peygamberimiz'in (s.a.s.) Veda Hutbesi'ndeki konuyla ilgili cümlesinden kolayca anlaşılabilmektedir.
Çünkü kadının da, yakın aile fertleriyle ayni şehirdeyseler en az haftada bir defa, ayrı şehirdeyseler en az yılda bir defa ve bir haftadan daha kısa olmamak şartıyla görüşmek hakkı vardır. Erkek, kadının bu hakkını engelleyemez; erkeğin başkalarıyla görüşmesi konusunda kadın üzerindeki hakkı, ayni konuda kadının diğer bir hakkını engelleyemez.
Şimdi soralım: Peygamberimizin "Veda Hutbesi"ni Müslümanların çoğu bilir; birçoklarının da evinde levha halinde duvarda asılı ve daima göz önündedir. Bu çok vecîz hutbede, evli erkeklerin hanımları üzerindeki hakkından bahseden: "Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir." cümlesinin manâ açılımı acaba ne derece doğru yapılmakta ve onun doğru manâsına uygun yaşanmağa acaba ne derecede çalışılmaktadır?
Bu cümledeki "çiğnetmemek" kelimesi, insanın zihninde meydana getirdiği ilk çağrışımıyla, zahirî manâda, sadece "ayakla adım atarak çiğnetmemeğe" mi inhisar etmektedir?
Günlük hayatımızda da, "hakkı çiğnetmemek" deyimi çok kullanılmaktadır. O kullanışlarımızda "çiğnetmemek" kelimesinin sadece "ayakla adım atarak" değil; daha ziyade "ihlal etmemek" manâsını kastettiğimiz gibi, "Veda Hutbesi"ndeki "çiğnetmemek" kelimesi, bu mecazî manâsında da düşünülüp anlaşılmalı değil midir?
Merhum Prof.Dr.İbrahim CANAN, bu sorunun sorulup cevabının ve yorumunun alınabileceği, aile konusuyla bilhassa ilgilenen, hem ilmiyle ve hem de takvası ile çok değerli bir hadis profesörüydü. Ona göre de, Peygamberimiz'in (s.a.s.) "Veda Hutbesi"nde erkeğin kadın üzerindeki hakkı olarak sadece o cümlenin yer almasının sebebinin, bunun evli bir erkeğin kadın üzerindeki en mühim hakkı olmasından ileri gelmesi kuvvetle muhtemeldi.
Üzerinde pek durulmayan, "Veda Hutbesi"nin o cümlesi, belki de en büyük sosyal problemimiz olan ailevî geçimsizlikler ve boşanmaların mühim bir çaresini ihtiva etmekte olabilir.
*
Evli Müslüman hanımlar bu yoruma kızıp tepki göstermek yerine, bir muhasebede bulunsunlar: Bazen en yakın akrabaları bile olsa, aile yuvalarına bedenen girerek ve ekseriya da asrımızın başta kadını ifsad eden bazı zararlı televizyon programları olmak üzere, bâtılı neşreden çeşitli iletişim vasıtalarının aile yuvalarına girerek, aile huzurlarını bozan ve erkeklerinin nâhoş gördüğü tüm nesnelere karşı, acaba erkeklerinin "Veda Hutbesi"yle dikkat çekilen o "hakkını çiğnetmemekte" ne derecede hassasiyet ve titizlik göstermektedirler?
Ìslamda Çocuk Hakları
Çocuk haklarıyla ilgili meselelerin müstakillen ele alınması Batı'da pek yenidir. Çünkü Batı yakın zamana kadar "Çocuğa küçük insan, yaşlıya büyük çocuk" nazarıyla bakarak aralarında fark görmemiştir. Bilhassa suçlar meselesinde, küçüğün cezası ile büyüğün cezası arasında fark görülmemiş, işlediği suç büyükler için idamlık cezayı gerektiriyorsa çocuk idam edilmiştir. Bu uygulama, Amerika'nın bazı eyaletlerinde hâla câridir. Ayrıca, İslam dışı hukuk sistemlerinde çocuk, himaye edici kanunlarla korunmamıştır. Mesela eski Yunanistan'da çocuk devletindir. Babanın sınırlı bir mülkiyet hakkı vardır. Rüştüne erdiği vakit velayet hakkı kalkar. Roma'da ise, aksine, devlet âile hâkimiyetine müdahale etmiyor ve hatta aile üzerindeki babanın hâkimiyeti karşısında âciz kalıyordu. Babanın çocuk üzerindeki hakkı hudutsuzdu: çocuğu dilerse terk edebilir, satabilir, bir uzvunu kesebilir ve hatta öldürebilirdi, bu işlerde sorumluluğu vicdanına ve tanrısına karşı idi.
Germenlerde de çocuğun durumu Romadakine benziyordu. Kabîleye kabulden önce terk dilebilir, öldürülebilirdi.
Çocuğu himayeye yönelik kanunlar Batı'da 18. asırda teşrî edilmeye başladı. Bunu ilk defa Rousseau, Kant, Lock, Voltaire gibi tabiî hukukçular ele aldı. Fransa'da 1791, 1793 yıllarında çocukları himaye eden bazı kanunlar çıktı. 1826, 1854, 1855 yıllarında Ìngiltere'de bazı himaye kanunları görüldü. 1866'da Ìngiltere'de 17 serseri çocuk için ıslah evi kuruldu.
1899'da Amerika'da Çocuk Mahkemesi açıldı.
1919'da çocukların çalışma şartları üzerine bazı esaslar kabul edilir.
1935'te Milletler Cemiyeti, yoldan çıkan çocukların kurtarılması için terbiyevî tedbir alınması tavsiyesinde bulunmuştur.
1948'de Birleşmiş Milletler'de kabul edilen Ìnsan Hakları Beyannamesi'de çocukları himayeye yönelik bazı maddelere yer vermiştir (20, 25, 26. maddeler).
20 Kasım 1959'da Birleşmiş Milletler'de 10 maddelik bir Çocuk Hakları Beyannamesi kabul edilmiştir.
Ìslamda Çocuk Hakları meselesine gelince, Batılılar görmezden gelse de, bu, Hz. Peygamber'le başlar. Hatta "çocuk hakkı" tabirini ilk defa telaffuz eden Zât Aleyhissalâtu vesselâm'dır. Mesela bazı hadisler "Çocuğun babası üzerindeki hakkı diye başlar ve: "Ìsmini ve edebini güzel yapması, yazı öğretmesi, atıcılık, yüzme öğretmesi, helal şeyle beslemesi .... gibi teferruatları zikreder. Çocuğun bir kadın tarafından bakılması, süt emmesi, doğumunda akîka kesilmesi, sünnet edilmesi vs. de hakları arasında zikredilir.
Hemen belirtelim ki, bazı âlimler bu hakları "farz olanlar" "mendub olanlar" diye iki kısımda mütâlaa ederler.
Çocuk bahsinde ikinci esas: Ìslam'ın net bir şekilde büyükle çocuğu ayırmasıdır. Pek çok cihetten bu ayrılığı esas alır. Bu prensip Hz. Peygamber'in "Üç kişiden kalem kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, şifâ buluncaya kadar deliden, büluğa erinceye kadar çocuktan" hadîsine dayanır. Batı bugün "ayrı bir çocuk antropolojisi gerekir" diyecek kadar bu fark meselesine ehemmiyet vermiştir.
Ìslam alimleri çocuğa üç mühim hak verir:
1- Velayetü't-terbiye
2- Velayetü'n-nefs
3- Velâyetü'l-mal.
Bunlardan birincisine hidane de denir. Çocuğu, zarar veren şeylerden koruma, temizliği, beslenmesi, beşikte uyutulması vs. buna dahildir. Daha ziyade anneye terettüp eder.
Ìkincisi, hidâneyi tamamlamayı, büluğdan sonraki himayeyi sağlamayı, kâsırları evlendirmeyi gaye edinen terbiyedir, bu daha ziyade babaya terettüp eder. Çocuğun hayat hakkı garanti edilmiştir. Savaşta bile öldürülmez. Çocuğa karşı işlenen cinayetler büyüğe karşı işlenen cinayetler gibidir, aynı ceza uygulanır. Velayetu'l-mal, çocuğun malını koruyup artırmayı gözetir. Büluğa kadar ki kazancından kimse istifade edemez, babası bile olsa haramdır.
Güzel terbiye hakkı üzerinde durulması gereken bir tabirdir. Bunun içine temel eğitimi, bu eğitimde farz-ı ayn bilgileri alması, büluğ'a kadar bir de meslek öğrenmesi girer. Büluğ öncesi terbiye, çocuğun tek başına hayatını idame ettirecek zaruri bilgi, beceri ve alışkanlıkları kazanmasını hedefler. Bu hedefe ulaştıracak terbiyeyi almak çocuğun hakkıdır, bunu vermekten âile sorumludur. Çocuk bu hedefi önleyici meşguliyetlerden korunmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı aşağıdan yorumlama biçimi yazan yerden Anonim'i seçip yazabilirsiniz ;)