İNSAN SEVGİSİ nedir
İnsan kendiliğinden, tesadüfen veya sebeplerin birleşmesiyle varolan bir canlı değil, Allah (c.c.)’ın yarattığı bir varlıktır. Kur’an’da insan yaradılış, yaradılış gayesi, görev ve sorumlulukları, üstün özellikleri, zayıflıkları vb. açılardan uzun uzun anlatılır. İnsanı tanımadan insan sevgisinden bahsetmek mümkün değildir.
İnsan, ruh ve bedenden meydana gelen, Allah (c.c.)’ın yeryüzündeki halifesi, Adem, beşer. Canlılar arasında en üstün olanı...
Kur’an bir çok yerde insanın üstünlüğünü ifade eder, insan, ahsen-i takvimde (düzgün bir şekilde, güzel bir suretin, mükemmel bir mizacın ve çeşitli duyguların sahibi, pek çok gizli kabiliyetlere mâlik ve ilahi emanetin yüklenicisi olarak) yaratılır.(1) Allah (c.c.), yarattığı kul insana, melekleri secde ettiririr, ona kendinden ruh üfler.(2) İnsanın şanını, şerefini yüceltir, güzel rızıklarla onu diğer yaratıklardan üstün tutar.(3) Allah (c.c.), üstün bir şekilde yarattığı insana sorumluluklar yükler. O, Allah (c.c.)’ın yeryüzündeki halifesidir. Göklere, yere, dağlara teklif edilen emaneti insan yüklenir.(4) O, Allah (c.c.)’a kul olmak ve O’nun kanunlarını yeryüzünde yaşamak ve uygulamak üzere verdiği sözü yerine getirme sorumluluğu ile yaratılır. Allah (c.c.)’a ibadet etmekle yükümlüdür.(5)
Allah (c.c.) insanoğlunun cahil, aceleci, zalim, zora dayanamayan, nankör, gözü doymaz, şımarık birisi olduğunu da Kur’an’da açıklar. Bu zafiyetlerine karşılık insan Allah (c.c.)’ın rızasına ulaşabilir. Çünkü insan ancak yaptığı ameller sayesinde Allah’ın rızasını kazanabilir. Bu da, Allah (c.c.)’ı ve Resulünü sevmekle olur.
İnsan, toplum içinde yaşayan bir varlıktır. Bir arada yaşamaya ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç psikolojik olduğu kadar, sosyal ve iktisadi bir gereksinimdir. Bu gereksinimler çeşitli milletlerin, farklı dinlerin, ideoloji ve sistemlerin insanlar arasında kabulünü sağlar.
Sistemler arasında farklılıklara bakılırsa, her birinin insana bakışı farklıdır. Kapitalizm; kendi sistemi içinde ferdi ön plana çıkarıp, ferdi toplum menfaatinin önüne geçirir. Bu durum insanların bencilleşmesine, çıkarları uğruna toplumu heder etmelerine yol açar. Komünizm ve Sosyalizmde ise, toplumcu bir bakış açısı öne sürülürken, ne fert ne de toplum serbest bir seçim yapabilir. Söz, toplum adına "Belirli bir yönetici" zümrenin elindedir.
Başta bu ideolojiler olmak üzere, insanoğlunun ortaya koyduğu her türlü çaba görünürde insan mutluluğu, hayatı güzelleştirme, huzur toplumu oluşturma amaçlıdır. Bu amaçla insan aklının bulduğu her ideoloji bazı isabetli kurallar koyarken bir çok yönlerden eksikliklerini de ortaya koyar. Hayatın faydalı ve huzurlu bir şekilde olmasında en büyük rolü üstlenen insanın düşünce ve davranışlarına uygun bir ölçü bulamaz.
Bir toplumda huzurun, mutluluğun olabilmesi, hayatın güzelleşmesi için, öncelikle fertlerin diğerlerine karşı iyi niyet ve samimi bir hisle yaklaşması gerekir. Bu da sevgiyle, sevmekle olur. Genelde şahsi ihtiras ve arzuların kontrolüne giren insan bunu gerçekleştiremez. İnsanoğlunun ruh ve karakterinin olgunlaştırılması ancak onun fıtrî özelliklerinin bilinmesi ile mümkündür. Bu konuda İslam, Allah (c.c.)’ın kendi yaratmış olduğu kuluna ait hayat prensiplerini içinde bulunduran, diğerlerinden farklı bir "Hayat tarzı" ortaya koyar.
İslam, ferdî hürriyeti en güzel şekilleriyle, insanî eşitliği en ince yönleriyle tanır. Fakat bunları gelişigüzel kullanmaz. Ferdî hürriyetlerin karşısında ferdî mesuliyetleri koyar. Kişi ve toplumu içine alan sorumluluk ve yükümlülükleri de topluma yükler. İslam’a göre kişi ile kendisi, kişi ile yakın akrabası, kişi ile toplum, belirli toplum ile toplumlar, belirli bir nesil ile ardarda gelen diğer nesiller arasında dayanışma söz konusudur.
Bugün insan sevgisi (hümanizm) adı altında insan hak ve hürriyetleri gündeme gelir. Her şeyde olduğu gibi, kendi kültürümüzü, medeniyetimizi unutup, İslam’ın insana bakış açısına on üç asır sonra ancak yüzeysel ulaşabilen Batı medeniyetinden bu kavramı alırız. O halde Batı’da insan hak ve hürriyetleri nasıl gelişir?
Batı’da insan haklarından konuşabilmek için XII. yüzyılı beklememiz gerekir. Bundan önce, mesela Yunan’da demokrasi vardır. Bazıları bunu "İnsan hak ve hürriyetlerinin başlangıcı" olarak değerlendirir. Oysa Yunan demokrasisi, sadece azınlığın baskısına karşı çoğunluğun baskısının tercihidir. Yunan demokrasisinde insanların giyimi, sakal ve bıyıkları devlet tarafından şekillendirilir, geç evlenen erkekler cezalandırılır. Roma medeniyeti ise, zorbalığa hürriyet külahını geçirmekten başka bir şey yapmaz.(6)
Hürriyetin beşiği İngiltere’de 1215 tarihli Magna Carta Libertatum denilen yazılı belgeden itibaren hürriyetten bahsedilmeye başlanır. Bu belgede sadece iktidar ile halk, soylular ile din adamları arasında denge az da olsa kurulur. Ancak, insan hak ve hürriyetleri tam olarak tespit edilmez. Kral VIII. Henri zamanında yani XVI yüzyıla kadar kadının İncil’e el sürmesi bile yasaktır. Kadın murdar bir yaratık olarak kabul edilir. Hatta, 1805 tarihine kadar isteyen her erkek karısını yarım şilin karşılığında satabilir. Kadına mülkiyet hakkı da tanınmaz. XVII. yüzyılda kabul edilen "haklar bildirileri" ile sınırlı bir hak, hürriyet anlayışı İngiltere’de yayılmaya başlar. XVIII. yüzyılın sonuna kadar vatandaşın siyasi iktidara katılması söz konusu değildir. Genel seçim sistemi XIX. yüzyılın yarısına doğru kabul edilir.(7)
Amerika, XVIII. yüzyılda yapılan Virginia Haklar Bildirisi ve benzerlerinin kabulüne kadar İngilizlerin kölesi durumundadır. Bu tarihlerden 1970’lere kadar zencilerin adamdan sayılmadığını ve insan hak-hürriyetleri açısından çifte standart uygulamalarını hepimiz biliyoruz.(8)
Fransa’da, 1789 Fransız ihtilalinden önce tam bir esaret ve derebeylik hayatı hakimdir. Derebeyler, kendilerini, ellerinde zorla bulundurdukları toprağın ve üzerinde yaşayan insanların maliki (sahibi) sayarlar. İhtilalden sonra ilan edilen İnsan Hakları Beyannamesi de bugünkü anlamıyla bir "insan hakları bildirisi" demek değildir. Hiç olmayan bir şeyi kısmen kabullendiğinden, sadece Batı’daki insan hakları açısından önemlidir. İnsan hakkının ilk defa doğuştan varolduğuna bu bildiri ile inanılmaya başlanır. 1789 tarihli bu bildiri, insanı kölelikten, zilletten ve sefaletten kurtarırken, bu şefkatini bütün insanlara karşı gösteremez. O tarihlerde hazırlanan Fransız Medeni Kanunu "çocuğu, akıl hastasını mahcur" saymakta ve kadına kendi emeği üzerinde tasarruf hakkı tanımamaktadır. Kadına tasarruf hakkı ancak 1908’te tanınır.(9)
İslam aleminde, Batı’da çok zor şartlar altında elde edilen insan hak ve hürriyetleri, tâ Asr-ı Saadet’ten beri vardır. İslam aleminde, Hz. Peygamber (a.s.) devrinde yani miladi VII. yüzyılda hazırlanan Medine Anayasası, ilk insan hak ve hürriyetleri bildirisi diyebileceğimiz Veda Hutbesi ve de Kur’an ve Sünnetin beyanları, günümüzdeki anlamıyla insan hak ve hürriyetlerini tespit ve tayin eder. Müslüman devletler ve özellikle Osmanlı Devleti’ndeki gayr-i müslimlere ait mabetler, mektepler ve mülkler, binlerce sayfa tutan eski mahkeme kararları yani şer’iye sicilleri bunun canlı şahididir. Türk hukuk tarihinde ilk yazılı anayasa olarak vasıflandırdıkları 1879 tarihli Kanun-i Esasi, bu hak ve hürriyetleri ilk kabul etmez, eskiden beri var olan bu hak ve hürriyetleri yazılı hale getirir.(10)
Batı’daki hürriyet kavramı ile İslam’daki hürriyet kavramı çok farklıdır. Batı 1789 Fransız İnsan Hakları beyannamesi’ndeki hürriyeti, "Başkasına zarar vermeyen her şeyi yapabilmektir" şeklinde tanımlar.(11) Bu tanım günümüz okullarında, vatandaşlık derslerinde de yazılır. İslam Hukuku’nda ise tanım şöyledir: "Ne kendisine ve ne başkasına zarar vermemek şartıyla dilediğini yapmaktır." Uyuşturucu madde kullanmak İslami manada hürriyetin kapsamına girmez. Hürriyet odur ki, adil konular dışında bir kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hakları mahfuz kalsın ve meşru dairede herkes serbest olsun. İslam’a göre insanlar hürdürler, ancak Abdullah’tırlar.
İslami hürriyet iki esası emreder:1) Tahakküm ve istibdat ile başkasını zillet altında bırakmamayı. 2) Zalimlere boyun eğmemeyi.
İslam, insanın her aklına geleni ve arzu ettiğini yapması demek olan "mutlak hürriyeti" hürriyet olarak kabul etmez, belki hayvanlık, şeytanın istibdadı ve nefsin esareti olarak vasıflandırır.(12)
İnsanın maddi, manevi ve iktisadi varlığı üzerinde sahip olduğu haklara ve hürriyetlere şahsi hak ve hürriyetler denir. Bunlar, kişinin güvenliği prensibi ile beraber yürür. Batı’da şahsi hak ve hürriyetlerin gündeme gelmesi için kişiyi haksız yere tutuklanmaya karşı koruma amacını güden XVII. yüzyıla ait bildirileri beklemek gerekir. İnsan hayatının, vücudunun korunması, namus ve şerefinin korunması, özel hayatın ve gizliliklerin korunması gibi şahsi haklar Batı hukuk sisteminde ancak XIX. yüzyılda görülür. İlk defa konuyla ilgili hüküm ihtiva eden İsviçre Medeni Kanunu bile 1912 tarihlidir.(13) İslam’da ise Kur’an, bir masumun hayatını ve kanını, bütün insanlık için de olsa, feda etmezken, diğer taraftan Hz. Peygamber (a.s.) İslam’ın haklar bildirisi olan Veda Hutbesi’nde; "Ey insanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ve bu şehriniz yani Mekke nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız ve namuslarınız da öyle mukaddestir, dokunulmazdır ve her türlü tecavüzden korunmuştur." buyurarak, şahsi hak ve hürriyetleri teyit ve ilan eder.(14)
İslam’da suç işleyen bir insan, suçluluğu ispat edilmedikçe suçsuz kabul edilir. Hz. Ömer (r.a.) şöyle der: "İslam’da hiç bir kimse haksız olarak tevkif edilmez. Bir mahkeme kararı olmadan kimsenin hürriyeti kısıtlanamaz."(15) İnsanlar işledikleri suçlardan şahsi olarak sorumludurlar. "Hiç bir suçlu başkasının suçunu çekemez." (16)
İşte Batı’nın insana bakışı ile, İslam’ın insana bakışı. İnsan hak ve hürriyetlerinin sağlıklı bir şekilde toplum hayatına yansıyabilmesi, ancak ve ancak sevgi ateşinin insanların kalplerine yerleşmesiyle mümkündür. Sevmeyende, sevilmeyende hayır yoktur. İslam devleti, şu emniyetleri sağlamakla yükümlüdür:
1) Din emniyeti, 2) Akıl emniyeti, 3) Nesil emniyeti, 4) Can emniyeti, 5) Mal emniyeti.
İnsanlar ancak bu emniyetlerin sağlanabildiği toplumlarda, sevgi binası üzerine kurulu, insan mutluluğunu hedefleyen, hayatın güzelleştiği huzur toplumunu oluşturabilirler.
O halde sevgi nedir? Sevide ölçü nasıl olmalıdır? Müslüman nasıl sevmelidir?
Sevgide ölçü
Sevme duygusu, bir kimseye veya bir şeye muhabbet besleme hissidir. Soyut bir kavram olan "Sevgi" kelimesi, insanda "Sevme duygusu" olarak karşımıza çıkar. Sevgi, insanlarda doğuştan var olan bir duygudur. Topluma huzur ve kardeşliği getiren birleştirici bir vasıtadır. Çünkü sevgi (sevmek) gönül işidir. Kur’an kalplerin sevgiyle birleşmesine önem verir.
"Ve (Allah) onların kalplerinin arasını birleştirendir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine insanların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup (sevgi ile) kaynaştırdı. Çünkü o, mutlak galiptir, hikmet sahibidir."(17)
Medineli Evs ve Hazreç kabileleri arasında sonu gelmeyen müthiş bir düşmanlık vardı. Aralarında kanlı savaşlar olmuş ve her iki tarafın ileri gelenlerinden bir çoğu ölmüştü. Uzun zaman birbirlerinden intikam almak için uğraştılar. Allah (c.c.) onları İslam ile şereflendirince intikam alma duygusunu da onlardan kaldırdı, birleştiler, kucaklaştılar ve kaynaştılar. Allah (c.c.) onları birbirlerine sevdirdi.
İnsan için en büyük mutluluk, Allah (c.c.) sevgisine ulaşmaktır. Allah (c.c.), zalimleri, fesatçıları, kafirleri, israfçıları, haddi aşanları, kibirlenip böbürlenenleri sevmez. Buna karşılık takva sahiplerini, tevbe edenleri, sabredenleri, ihsan sahiplerini, adaletle iş görenleri, ibadetlerini yapanları, tevekkül edenleri sever.
Allah (c.c.); "(Resulüm) de ki: Eğer siz Allah’ın seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın"(18) buyurmuş ve Allah (c.c.) sevgisine ancak O’nun emirlerine uymak, Peygamber(a)’ın yolundan gitmekle ulaşılabileceğini haber vermiştir.
Müslümanın görevi, sevgisini iyiye, güzele ve meşru olana yöneltmektir. Sevdiğini Allah (c.c.) için sevmeli, sevmediğini de yine Allah (c.c.) için sevmemelidir.
Peygamberimiz (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah Teala kıyamet gününde "Benim için birbirlerini sevenler nerede? Onları gölgemden başka gölge bulunmayan bir günde Arşın gölgesinde gölgelendireceğim" buyurur.(19)
"Bir kimse din kardeşini severse, sevdiğini o kişiye söylesin."(20)
Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (r.a.) şöyle demiştir: "Allah için sev, Allah için buğzet, Allah için dost ol ve yine O’nun için düşman ol. Çünkü Allah’ın dostluğuna ancak bu şekilde erişilir."(21)
Müslüman, her şeye ve herkese karşı, her türlü çıkar düşüncesinden uzak sırf Allah (c.c.) rızası için, samimi bir sevgi beslemelidir.
"Benim uğrumda benim rızam için birbirlerini sevenlere, onları sevmen vacip oldu."(22)
Rasulullah (a.s.)’ın Sevban isminde bir kölesi vardı. Bir gün Rasulullah (a.s.)’ın huzuruna geldi. Yüzünün rengi kaçmıştı. Ve bitkin bir hali vardı.
Rasulullah (a.s.), “Neyin var, ey Sevban?” diye sordu.
Sevban buna cevaben: "Ne hastalığım, ne ağrım var. Hiçbir şeyim yok. Ey Allah’ın Resulü ancak seni göremediğim zamanlar benim sana karşı olan aşkım artıyor. Şiddetle bir yalnızlık duyuyorum. Sonra ahireti hatırlıyorum ve orada seni göremeyeceğimden korkuyorum. Çünkü sen cennette diğer Peygamberlerle beraber yüksek makamlarda bulunacaksın. Ben cennete girsem bile senin derecenden aşağı derecede bulunacağım için seni orada göremeyeceğim, sohbetinizi dinleyemeyeceğim. Bu hal beni zafiyete duçar etti."
Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:"Kim Allah’a ve Rasul’e itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır."(23)
Bir itaat vardır? Bir de sevgi vardır. Abdullah İbn-i Mübarek: "Seven sevdiğine itaat eder." der. Sevmek de insanı sevdiği ile beraber eder.
Bir hadislerinde Rasulullah (a.s.) buyuruyor ki:
"Seven sevdiğiyle beraberdir."
Allah (c.c.) bizleri sevdiği kulları zümresine ilhak etsin. (Amin)
Kaynakça:
1. Tin-4
2. İsra-61
3- İsra-70
4- Ahzab-72
5- Zariyat-56
6- Akın, İlhan. F., Kamu Hukuku, İst. 1987, sh. 277 vd.)
7- Akın, 280-287; Sıbaî Mustafa, El-Mer’e (Terc. İhsan Toksarı), İst., 1969, sh. 21
8- Akın, 287-292
9- Sıbaî, 20; Gürkan, Ahmet, İslam Kültürünün Garbı Medenileştirmesi, Ank., sh. 136; Akın, 292 vd
10- Cin, Halil/Akgündüz, Ahmet, Türk Hukuk Tarihi, Konya 1989, c.1, s. 152-153
11- 1789 Fransız İnsan ve Yurttaşlık Hakları Beyannamesi Madde 21
12- Armağan, Servet, İslam Hukuk’unda Temel Hak ve Hürriyetler, Ank. 87 sh. 71 vd.
13- İmre, Zahit, Medeni Hukuka Giriş, İst. 1976, s.h 89 vd; Akın 321
14- Maide-32, Tecrid-i Sarih, IV/412, IV334, X/389, 395; Armağan, 82 vd
15- Armağan, 89-90
16- Fatır-18
17- Enfal-63
18- Al-i İmran-31
19- Müslim, Birr ve Sıla, 161
20- Riyazü’s Salihin, 1. 413
21- Y. Kandehlevi, Hadislerle Müslümanlık, III- 1123
22- Hadis-i Kudsi
23- Nisa-69
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı aşağıdan yorumlama biçimi yazan yerden Anonim'i seçip yazabilirsiniz ;)