Son yıllarda iklimlerde meydana gelen değişiklikler ve sebepleri
İKLİMİ anlama ve değişikliği yakalama amacının neresindeyiz? Türkiye’de ekolojik yaşamı benimseyen, doğa ve çevreyi korumayı amaçlayanların çoğu ve doğa ile ilgili farklı meslek grupları için bile küresel iklim değişikliği "orada bir iklim değişikliği var uzakta, görmesek de, algılamasak da" konumunda kalıyor.
nedenle de günümüzde yaşanan ve ileride şiddetlenecek olan zorlayıcı koşullar gündeme gelmiyor. Örneğin 2004’ün Kasım ayı sonunda gerçekleşen “Gıda Güvenliği ve Biyoçeşitlilik”, Aralık ayı sonunda yapılan “Ormancılık”, 2005’in Ocak ayı başında düzenlenen Tarım Teknolojisi ile ilgili mesleki etkinlikler ile mart ayında toplanacak “1. Ormancılık Şurası” programlarının hiç birinde küresel iklim değişikliği ve ülkemizdeki etkileri konusu yer almıyor.
2004’te sonbahar yaşanmadı
2004 yılı sonbaharının aradan çıkması sonucu ağaçların, çalıların yapraklarını dökemeden don etkisinde kalmaları, güneyde meyve ağaçlarının uykuya giremeden verimsiz kalmalarına neden olacak olan ikinci çiçeklerini açmaları kamuoyunu rahatsız etmiyor. Devlet Meteoroloji İşleri veya Meteoroloji Mühendisleri Odası'nın eylül ayında düzenledikleri “İklim Konferansı” veya diğer tarım ve ormancılıkla ilgili etkinlikler de günümüze kadar olan iklimsel değişimler ve bu konuda yapılması gerekenler hakkında bilgi verilmesine gerek duyulmuyor.
Bu yazıda geçen yıl BM tarafından bilimcilere yapılan çağrının da desteği ile başlatılan ve Amy Gough ve arkadaşları tarafından "Bilimcilerin kalkınma konularını anlamaya gereksinimleri var" başlığı ile özetledikleri hedefler çerçevesinde iklim değişikliği ve etkileri konusunun önemine dikkat çekmeye çalışacağım.
Tarihsel süreç
İklim değişikliğinin risklerini anlama konusunda insanlık maalesef çok geç kaldı. Tüketilen fosil yakıtların, sera gazı salınımlarının iklimi değiştirdiği ilk olarak 1896 yılında İsveçli bilim adamlarınca rapor edilmiş, ancak bu rapor birçok bilim adamınca spekülatif olarak değerlendirilmiştir. 1930'larda Amerikalı amatör bir bilimci olan Callendar tarafından ısrarlı şekilde desteklenen rapor, 50'lerde Amerikalı bilim adamlarınca benimsenmeye başladı. Pentagon'un soğuk savaş döneminde okyanuslardaki Amerika donanmasının başarısı için ciddiye alınması ile ABD yönetimi konunun ayrıntılı şekilde araştırılması için fon ayırdı. Sonuçta 1961 yılında küresel iklim değişikliği ve her yıl artan küresel ısınma kanıtlandı ve 1967'de 21. yüzyıldaki sıcaklık artışlarının hızlanabileceği projeksiyonları yayınlandı. 1970'lere henüz bilim dünyasının kesin projeksiyonlara hazır olmadığı, ayrıntılarına girildikçe iklim mekanizmalarının bilinmezlerinin arttığı anlaşılarak bilgisayar ve uydu teknolojilerinden yararlanan güvenilir stratejilerin oluşturulmasına başlandı. 1988 yazının kayıtlara en sıcak yaz olarak geçişi ilgiyi artırdı. İlk olarak bir Japon araştırıcının saptadığı bazı sera gazlarının ozon tabakasını incelterek canlıları etkilediği ciddiye alınır oldu. 1972'de ‘BM Stokholm İnsan Çevresi Konferansı’ ile çevre duyarlılığının uluslararası örgütlenme ve ulusal etkinliklere yansıması süreci bir dizi uluslararası zirve, hükümetler arası toplantılar ve bilimsel işbirliğine yol açtı. 1988'de Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin kurulması ile başlayan “Rio Zirvesi” ve “Kyoto Protokolu” ile süren, fakat maalesef 2005'te yürürlüğe girecek olan protokolun işlemesi bile iklim değişimini önlemedi. Çünkü yılda 3.5 milyon ton düzeyinde salınan karbon dioksit gazının atmosferdeki ömrü 100, metan gazının ise 40 yıldır. Protokol, salınımların sıfırlanmasını değil, 1990 yılı düzeyine indirilmesini öngörüyor. Ayrıca atmosferin üst tabakalarında çok küçük miktarlarda bulunan gazlardaki değişimlerin etkileri henüz NASA tarafından araştırılan ve 2007 IPCC Zirvesi’nde açıklanması için çaba gösterilen bir konu. Bu denli önemli bir konu, zirveler, gelişmeler, kararlar, medya, hatta bilimsel toplantılarda dahi irdelenmiyor. Örneğin yakın tarihlerdeki Johanesburg Zirvesi’ni izleyen Yeni Delhi, Aralık 2004'teki Boines Aires toplantıları, Kyoto Protokolu'na verdiği değeri vurgulayan AB’nin iklim değişikliği etkilerini azaltma karar, strateji ve planları ile 2004'teki başarılarının beklenen düzeyde olmadığı açıklaması pek ilgi çekmedi. Bugünlerde medyaya yansıyabilen (Örneğin,13 Ocak 05, Hürriyet Gazetesi) Associated Press'in Avrupa'daki kış mevsimi ortasında yaşanan bahar havası haberi sanki iklim değişikliği Türkiye'nin sınırlarından içeri sokulmuyormuş gibi bir hava ile yayımlandı. Haberde Portekiz'deki kuraklığın tarımı vurmasından söz ediliyordu; buna karşılık Türkiye’deki durum hiç irdelenmemişti ve sonuçta yetkililer, kamuoyu ve medya nezdinde bir etki yaratmadı. Kasım sonunda Akdeniz Bölgesi’nde meyve ağaçlarının ikinci kez çiçek açması gibi gelişmeler ise olağan karşılanıyor. İklim değişikliğinin etkilerini "Allah'a emanet" etmiş durumdayız. Türkiye’de sinsi şekilde gelişen kuraklaşma, erozyon, çölleşme, yaygın kirlenme, yüzey ve yeraltı su kaynaklarının azalması, kirlenmesi, mevsimsel değişimler, biyoçeşitlilikle ekosistem kaybı, fakirleşme ve göç kısırdöngüleri -ilgi çekmese de- sürüyor. Pentagon’un önümüzdeki 20 yılda iklim değişimi, kuraklaşma yaşanacağı yönündeki uyarı raporu ve 20. asırdaki iklimsel afetlerin 1 kat/10 yıl hızla şiddetlenerek sıklaştığı, 1987-2002 döneminde 1 trilyon olan zararın 2012’de 2.5 trilyon dolara’a ulaşacağı ve sigorta sektörünü çökerteceği, sosyo-ekonomik kaosa götüreceğini belirten UNEP raporuyla ilgilenmek gerekiyor. Raporda sera gazlarının azaltılmasını, emilimini sağlayacak ekosistemlerin korunması, geliştirilmesi için gereken "karbon ticareti" yatırımlarının 2020'ye kadar 4 trilyon dolar gerektirdiğine yer verilmiş, sonuçta politika, finans çevrelerinin hala risklerin bilincinde olmadığı, pasif kaldığından yakınılıyor.
Çin öngörülü davranıyor
Küresel ölçekte 03/02 yılları zararının yüzde 10 artışla 60 milyar dolar'a ulaşmasının önemini kavrayan Çin, giderek ağırlaşan zararlarını asgariye indirebilmek üzere örgütlenme, sistem kurma kararı aldı. Çin Bilimler Akademisi, son 100 yılda sıcaklık ortalamalarının 0.5 derece arttığını, 2030'a kadar 1.7, 2050'ye kadar ise 2.2 derece yükseleceğini bildiriyor. Bunun yaratacağı felaketlere karşı alınması gereken önlemler üzerinde çalışmalara da başladılar. Çin'in ne kadar doğru hareket ettiği 2004 yılında NASA tarafından yapılan çalışma sonuçları incelendiğinde ortaya çıkıyor. Karalar ile iklim ve değişimleri konularında çalışan ekip, toprak nemi ile iklimsel koşulların etkileşimi üzerinde araştırma yapmış. Uzun vadeli iklim tahminlerinin doğruluğunu artıracak olan araştırmalarının tarımda ekim zamanı ve sulama rejimi, ekosistem koruma ve geliştirme gibi yararlarını sıralamışlar.
Ekosistem demografisi
Araştırmalar, Türkiye'nin büyük kısmı gibi yarı-kurak alanlarda toprak neminin yağışlarla etkileşimini gösterdi. Ayrıca "Sıcak noktalar-lekeler" adı verilen bu bölgelerde sıcak aylarda bitki örtüsünü kaybetmiş olan toprağın kurumasının yağışları engellediği kanıtlandı. Yine NASA tarafından yapılan bir araştırmada "ekosistem demografisi" modeli geliştirilerek ABD’de bitki örtüsü değişimlerinin iklime etkileri incelendi ve orman alanlarının tarım arazilerinden, onların da bitki örtüsünü kaybetmiş boş arazilerden daha serin atmosfere sahip olduğu, arazi kullanımındaki değişikliklerin evaporasyon ve evapotranspirasyonun (buharlaşmayla) yağışlarla etkileştiği ortaya çıktı. Çin, benzeri bulgular sonucu denizlerden gelen nemli rüzgârları olabildiğince kurak iç kısımlara çekebilmek için kıyı şeritlerindeki dağları ağaçlandırmaya değil, yeşillendirmeye, "ekosistemler" oluşturmaya başladı. İklim değişikliği etkilerinin zararlarını azaltma, iklim değişikliğinin, kuraklaşmanın ülkeleri üzerindeki zararlı etkilerini azaltmak için uzun süredir ulusal stratejiler geliştiren ülkeler var. Bu ülkeler arasında ABD, AB ülkeleri ve Avustralya gibi gelişmiş ülkelerin yanı sıra Tunus ve son yıllarda BM desteği ile bu konuda planlama başlatan İran bulunuyor. Darısı başımıza!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı aşağıdan yorumlama biçimi yazan yerden Anonim'i seçip yazabilirsiniz ;)