HİROŞİMA-NAGAZAKİ
İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda Amerikalılar tarafından Japonya'ya atılan iki atom bombası zihniyet dünyasının değiştiğinin de göstergesiydi.
Öncelikle savaşın mantığı, savaşan insanın ahlakı, vicdanı değişmişti. Sonrasında dayatılan Soğuk Savaş da bu yeni zihniyet üstüne bina edildi. Bütün bunlar için Hiroşima ve Nagazaki'de 300 bine yakın insan kurban edildi. Başkan Truman'ın dediği gibi 'bilim tarihinin en büyük kumarı'nı oynadılar ve kazandılar 'iki milyar dolarlık bir kumar!' İşte bu zihniyet, savaş sonrası dünyayı kuran. Ve işte dünya...
YAZI: MUSTAFA ALP DAĞISTANLI / FOTOĞRAFLAR: ERDEM YAVAŞCA SİYAH BEYAZ FOTOĞRAFLAR: HİROŞİMA BARIŞ MÜZESİ, JAPONYA
iroşima'da bir sabah kalabalığın arasında oturan bir Japon vardı ki, çene kemiği aynı benimki gibi sıkıca kenetleniyor, sonra biraz gevşeyip tekrar kenetleniyor, yüz kasları aynı benimki gibi kasılıyor, aynı benim mimiklerimi yapıyor, gözlerini fal taşından da öte açmaya çalışıyor, sonra kırpıştırıyordu. Giderek daha da kızaran gözlerimle görüyordum ki, bu yaşlı adamın gözleri giderek daha da kızarıyordu. Sonra, sonra... O kızarıklığı yatıştırmak, yangını söndürmek için sanki, bütün gayretine rağmen gözyaşları sızıyor, sızıyordu.
Tarih 6 Ağustos 2001'di, saat 08:15'e doğru ilerliyordu, kalabalık 50 bin kişiydi.
Japonlar yaşlarını bence genellikle göstermiyorlar. O kızaran gözlü adam da göstermiyordu. Ama en azından 60 vardı. Amerikalıların Hiroşima'ya atom bombasını atışının 56. yılını anmaktaydık orada. Biz sadece anıyorduk, o ise aynı zamanda hatırlıyordu; suratında bu hatırlayış, daha doğrusu, hatırlayış değil de, hiç unutamayış ve unutmayış vardı. Keder yoktu ama. Reklam panolarındaki, tanıtım broşürlerindeki gülümseyen Japon kızlarından eser de yoktu suratında. Bütün o gülümsemelerden daha sevecen, daha davetkâr, daha yumuşak, daha ümit verici, daha güven telkin edici bir şey vardı suratında. Bir de çocukluk günlerinden kalma bir özellik, bir görünüm, bir anlam vardı. Bir çocuk derinliğiyle bakıyor, bir çocuğun gözlerinden akan yaşlar en az altmışında bir adamın yanaklarından süzülüyordu.
Bu suratlardan çok vardı. Kendine kapalı, hiç renk vermeyen suratlar, mütebessim suratlar, kızgın suratlar, ağlayan suratlar, ağladığını belli etmeyen suratlar, mendilli suratlar, yelpazeli suratlar...
Amerikalıların 1945'te Hiroşima'dan üç gün sonra Nagazaki'ye ikinci atom bombasını atmalarını anmak için 9 Ağustos'ta saat 11:02'yi beklerken de gördüm aynı suratlardan. Bu suratların sahiplerine `hibakuşa' deniyor, yani atom bombasından kurtulanlar.
Oysa ne şanslıydı Hiroşimalılar 6 Ağustos 1945'e kadar. Amerikan B-29 bombardıman uçakları Japonya'nın neredeyse bütün şehirlerini tam anlamıyla yerle bir etmişti. Tokyo en büyük hasarı görmüş, taş üstünde taş kalmamıştı. Bir günde 500 uçağın saldırısına uğradığı bile olmuştu.
24 Kasım 1944'te B-29'lar Tokyo'yu ilk kez bombaladı. Los Angeles'tan yayın yapan bir radyo bombardımanı naklen anlatıyordu. Japon hükümet yetkilileri de sığınaklarından bu radyoyu dinliyordu. Radyo, Mariana Adaları'ndan kalkan 100 uçağın Japon başkentini bombalamakta olduğunu söylüyordu. Hükümetin Amerikan yayınına inanmaktan başka şansı yoktu ve bombardımanın sürdüğü üç saat boyunca ülkenin yönetimi durup bekledi.
Aslında, Japonya 1942'de Midway Savaşı'nı kaybedince savunmaya dönmüştü. 1943'te Guadalcanal Savaşı kaybedildikten sonra ise askeri durum belirgin şekilde sürekli kötüledi Japonya için. Japonya'nın savaş alanı haline geleceği görülmeye başlandı.
1943 sonunda savaşın gidişatı tartışmasız Müttefikler lehine dönmüştü. Japonya'da günlük ihtiyaç maddeleri pazarlardan çekilmişti.
6 Haziran 1944'te müttefikler Normandiya'ya çıktı. O sıralarda Büyük Okyanus'ta da durum aynıydı. Japonya, Mariana Adaları'nın son savunma hattı olduğunu açıkladı halkına. Ama Mariana Adaları da düştü. 9 Temmuz'da Saipan Adası'nın da elden gitmesi Japonlar için sonun başlangıcıydı. Zaten 18 Temmuz'da da Japonya'yı iki buçuk yıldır yöneten Tojo hükümeti istifa etti.
1945'in ilk ayında durum ortaya çıkmıştı. Japon hükümeti, yıl ortasında ülkenin işgalini bekliyordu. Dolayısıyla, bir işgal durumunda ordunun ve donanmanın yapacağı işler belirlendi. Japonya düşmanı kendi evinde kabul edecekti. Gelgelelim, neyle karşılayacaktı? Amerikan bombardımanları Japon savaş endüstrisini büyük oranda imha etmişti. Son derece etkili bir deniz ablukası uyguluyordu ABD donanması ve ülkeye bırakın hammaddeyi, ihtiyaç maddeleri bile giremiyordu.
Japon hükümeti, ki aslında ordunun sözü geçiyordu, gerçek durumu halktan saklamak için her tür propaganda yöntemine başvuruyordu. İşgalci Amerikan birliklerini karşılamak için ağaç mızraklar yapılıyor, siperler kazılıyordu. Bunların işe yaramayacağı belliydi. Ama ordu ve hükümet anayurtta ABD'yi bozguna uğratıp büyük bir zafer alacağını düşünüyordu. Halk da son takatını kullanıp bu nihai savaşa hazırlanıyordu. Aslında yenilgiyi idrak etmiş olan hükümetin hesabı şuydu: Bu zafer, Japonya'nın müzakere masasına süngüsü düşmüş halde oturmasını engelleyecekti.
Başbakan Kantaro Suzuki, 1945 Mayıs'ında bile, `Savaşı sürdürmek için bütün fedakârlıkları yapmaya kararlıyım' diyordu. İşte bu kararlılık, 1944 sonbaharında kendini iyice belli eden barış ya da teslim yanlılarının çabalarını durduramadıysa da etkisini bir hayli zayıflattı.
Aslında, Tojo hükümeti 1944 Temmuz'unda istifa edince barış için bir şans doğabileceği düşünülmüştü. Suzuki hükümeti bir kapı aralayabilirdi belki ama...
Barış ve teslimiyet yanlılarının çabaları savaşın sonuna kadar sürdü. Hükümet ve ordu bu konuyu müzakereye bile yanaşmıyordu. Aslında, hem hükümet, hem ordu içinde masaya oturma yanlıları vardı ama hepsi birbirinden korkuyor ve hiçbiri barış isteğini dillendiremiyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı aşağıdan yorumlama biçimi yazan yerden Anonim'i seçip yazabilirsiniz ;)